12 Şubat 2009 Perşembe

Beyaz Taşlar.


Dedemin yavaş yavaş
ve sancılarla doğduğu şehirden
hızla geçiyorum, bir insan hayatı gibi
kaybolup belirirken tren camında ağaçlar.

Hiç göremediğim dedemi
sessizce dinlerdim anneannemden.
Dondurma ile mısırı art arda yiyemediğimiz günlerde,
Emek Kafe’de otururken eskiden beraber gittikleri.

Ben büyüdükçe taşlar oynadı yerinden,
anılar belirsizleşti, ne zaman
büyüdüğü fark edilmeyen
bir adam aldı o çocuğun yerini.

Oysa doğumumu görmek için, hasta yatağından
kalkan dedem dimdik ayakta.
Çocukluğum için savaşan
bir kurşun asker gibi.
.
Hem mısırın hem dondurmanın yendiği ülkedeyim.
İki tren rayı arasında duran beyaz taşların
daima geriye bakan bir çocuğa gülümsediği.

Ardında bıraksa da onu sürekli,
bir ağacın gölgesinde beliren
bir insan hayatı gibi.



Sonbahar 2008 İskeçe/11 Şubat 2009 İstanbul

10 Şubat 2009 Salı

Elektrik Gözyaşları.



Burnumu uzatıyorum, gökyüzüyle
aramda duran pencerenin soğukluğuna.
Ve binaların, ve betonun,
ve demirin, ve duvarların.

Ve içlerinde yaşayan insanların,
elektrik gözyaşları görünüyor
perdelerin hemen arkasında,
bulundukları her odaya şeklini veren.

Uzaklarda, ardında bıraktığı kadını düşleyen
ve karşıdaki evin karanlık odasına
bakan adam, kendi yansımasını görüyor
arkasını dönmüş kendi baktığı karanlığa.

Ve daha da uzaklarda, geceleri uyuyamadığı
karanlık odasında uyumaya çalışan kadın,
yatağından kalkıp ışığı açıyor
ve belki de ilk defa bakıyor odasına
kendinden başka her şeyi görebildiği.

Ve onu düşünürkenki halimi düşleyen beni,
elektrik gözyaşları içinde
sonsuz bir yolculuğa uğurluyor,
camsız, betonsuz, demirsiz, ve duvarsız
ve bir daha hiç görüşmemek üzere.


9 Şubat 2009 Hisarüstü.

9 Şubat 2009 Pazartesi

Ya da Ay.


Güneş doğuyor, gece bitmeden
ve uyumadan karşılamayı
sevmediğin, ilk ışıkları giriyor
odanın içine günün.

Boş bir evi temizler gibi,
düşünceleriyle savaşan görüntünün.
Gölgelerinin uzaklığıyla,
uzunluğuyla günlerinin.

Gerçek savaş oysa
güneşle ay arasında yaşanır.
Isınmayı beklerken,
kaybolunan karanlıkta.

Seni ve tüm evreni unutuyorum:
Kapatıp gözlerimi bir an, anılardan
pastel bir güneş çiziyorum gözlerine.
Etrafında ışıklar olmadan, ışıksız.

Seni ve tüm evreni unutuyorum bir an için.
Bir bardağa su koyduktan sonra
bardağı da, içini dolduran suyu da
unutur gibi mutfakta.


2/7 Şubat 2009 Hisarüstü.

5 Şubat 2009 Perşembe

Yeni Ev.


Yedi ev değiştirmişim
son dört senede.
Ne hüzünlenerek, ne heyecanlanarak fark ettim:
Bir evden çıkarken yaşadığım hüzünle
bir eve çıkarkenki heyecanım
azalıyor gitgide.

Kapılarını benimsiyorum, duvarlarını.
Daha sonraları, benim duvarlarım olacak duvarları.
Pencerelerini açıp kapıyorum,
perdelerle örtüyorum üstünü,
güneş ışığı üzerimizdeki tozu yansıtmasın diye.

Düşlüyorum yatağıma uzandığım ilk gece
Şişli’deki o ilk evi.
Daha sonraları yaşayacağım evleri.
Ve şu anda gördüğüm rüyadan
kilometrelerce uzakta bulacağım
son düşü göreceğim evi.

Uykuyla uyanıklık arasında
tatlı tatlı gezinirken, annem arıyor,
içine doğmuş sanki:
“Memnun musun oğlum yeni evinden?”
Duyması gerekenleri duyuruyorum:
“Çok memnunum anne, ev çok güzel.”

Çok şey borçluyum ona, en çok da
o evle ve benle uğraşırken
ben, evin ve çocukluğumun tadını
çıkarabildiğim için.

Fakat annem yanımda olmayacak
son göreceğim rüyada,
artık düşleyecek başka bir ev de olmayacak.
Ve ben top oynadığım koridorun içinden
şehrin sokaklarından geçen başıboş bir at misali
geçip, usulca annemin yanına uzanacağım.
Perdelerin arasından süzülen sokak lambasının ışıkları
kirli ve yaşlı bedenimi temizlemeye başlarken.

29 Ocak 2009 Gül Sok. 41/1 Hisarüstü.