4 Ekim 2009 Pazar

Dünyadan Çıkış Yolları.


“İçimden gitmek istese de bir şey”, daha iyi
daha iyi diye avuttum kendimi, gidecek bir yer olmaması.
Ama gördüğüm her rüyayı hatırlıyor olmak uyandığımda
yetiyor yakmaya, saatlerce uyanık kaldığım yatağı.

Devinimli hayal gücü,
koynuna alıyor gene imkansızı.
Kendi mezarıma toprak atıyorum rüyamda gece,
mezarın başında dimdik ayaktayım oysa.

Yaşamaya çabalayan insan için en büyük işkence
unutmaya çalışmak mı her ânını: Dimdik ayaktayım,
dimdik ayakta. Benden daha hayatta
oysa benden geriye kalan ne varsa.

Gidecek bir yeri düşlüyorum:
Sırtında dolaştırıyor beni zümrüd-ü anka.
Ayaklarım yanıyor, görüyorum yeni dünyayı
ama ben kıpırdayamıyorum hala.

Uyuyan bir balığın gözleri gibi kapalı
Dünyadan çıkış yolları.


Levent Sevi 1/4 Ekim 2009 Hisarüstü.

1 Eylül 2009 Salı

Saat Kulesi.


Sana yazdıklarım, seni
düşünmemin hala bir adım gerisinde.
Üstümde açılan bir paraşüt gibi ama,
daha yavaş düşmemi sağlıyor yere.

Renksiz heykellerin üstünde,
o öğle sonrası düşünü ilk anladığım günde.

“Çocukluğumun gündüz uykuları” gibi ,
hiçbir şey kalmayacak yakında.
Her şeyi yaşadığımızı hatırlatan
o yaşanmamışlık hissi dışında geriye.

İyi bak sana yazdığım her dizeye,
çocuğun gibi koru hepsini, birlikte öğren:
Çünkü onlardır rüyalar gibi
bize yokuşun olmadığını gösteren merdiven.

Ve şimdi üstümüzden adım adım yukarı çıkan zaman,
ve şimdi zamanın boynuna astığım kolye,
ve şimdi kolyenin bir halkası daha düşüyor;
ve işte bir adamın zihni, yıkılmış saat kulesi.


Levent Sevi 31 Ağustos 2009 Hisarüstü.

10 Ağustos 2009 Pazartesi

Tanışma.


Hiç bu kadar emin olmamıştım
zihnimdeki bu görüntüden:
Siyah bikinisiyle havuzbaşında
uzanan sen.

İlkokulda bir matematik sorusunu çözmüş gibi,
buldum işte.
Doğrulup merhaba derken bana,
yüzünde donuk bir gülümseme.

Diğerlerinin yanına koyup bu fotoğrafı
bana gülümsediğin her anı tekrar hatırlıyorum.
Hepsi ölümsüzlüğün birer abidesi gibi
duruyorlar yatağımın yanıbaşında.

Ve her gün tekrar hayret ediyorum
“zamanın eli” nasıl da uçuşturdu saçlarını.
Bir fotoğraftan diğerine
bir pencereden göğe ve yere.

“Bir şey unuttun mu?” diye sormuştun arabaya binerken,
kulaklarımda dans eder hala sesinin tonu.
Azarlayan anneler gibi,
merhaba derken hiç umursamayan çocuğu.

Ve sonunda bakabildim gözlerinin içine.



Levent Sevi 8 Ağustos 2009 Hisarüstü.

15 Temmuz 2009 Çarşamba

Kuğunun Şarkısı.




Tıpkı öleceğini anlayan bir kuğu gibi
şarkılar söyledim aylarca.
Ama hayat bu ya, ölmedim;
her birinin son şarkı olmasını dileyerek.

Işık gelince gölgenin ışığa karışması gibi,
hayatı sonradan gelen görgüsüz rüyanın içinde erittim:
Öperek zarif boynundan yastığına düşmüş izimi, eri
eri ey sevgili rüya eri, ve onun sonsuz bahçeleri.

Ve bir sabah kalktığımda
söylediğim son şarkı eşliğinde dans ettim.
Bir şair öldüğünde, ruhunun bir kuğuya dönüştüğüne inanan
Phytagoras’a inanan bir şairin yastığının üstünde.
Ve hayatın ve rüyanın ve her şeyin.

Teker teker yok olana dek, sonsuz bahçenin zümrüt küpeleri.


Levent Sevi 13 Temmuz 2009 Hisarüstü.

21 Mayıs 2009 Perşembe

Quis Custodiet Ipsos Custodes.



Son cemre de düştü ve bahar geldi
sen havada asılı balonlar çizdiğinde
hep erken batan güneşin yerine.
Şiir yazarken izler gibi bir şairi,
ellerine bulaştığı an renkler,
kayboldu balonlar gökyüzünde.

Ve anlamama yetti,
balonlara bakarak sigara içen adamın
ve gözlerindeki elmasın
ve bir zamanlar sevmiş olduğun her şeyin izi:

Er ya da geç sevmeyi öğreneceğim,
balonlara bakarak sigara içen adamı izleyen kediyi.

Ve hatırlayacağım nadir anlardan birini.
İleri yıllarında hayatlarımızın, yaşlandığımızda
ve öldüğü zaman tüm kedilerimiz

yüzümde munzur bir gülümsemeyle okşayacağım
senin herhangi bir kediyi sevdiğinde yaptığın gibi,
elimden kayıyor olacak hayatımla beraber
bir zamanlar sevmiş olduğum her şeyi.



Levent Sevi 1 Nisan 2009 Hisarüstü.

20 Mayıs 2009 Çarşamba

Deli Gonca.


Her gün ve her gün yeniden deniyorum
ilk defa pamukta fasulye büyüten bir çocuk gibi,
unutup bir daha hatırlamamayı
birbirimizin ışığında geçen günleri.

Güne seninle başlayacağımı bilmek
yatağıma getirirdi güneşi.
Ve ilk gülüşünü duyduğumda
anlardım artık başladığını günün.

Ve hiçbir şey kalmazdı geri
gölgesinden başka yüzünün.
Biraz sonra seni, beyaz pikemi
üstümden alırken bulacağım odamda.

Ve gece, mavi büyücüler doğuya gittiğinde
deli goncalar biterdi ellerimizde.
Zihnimiz bir olurdu sanki,
birbirimizin mehtabı yansırdı gözlerimize.

Köprünün altından çok sular geçti.
Köprü değiştirdi bizi, kapattı zihnimizi.
Fakat köprünün üstüne çıkabilseydim eğer
güneş gözlüklerimizi taktığımız

o güzel kış günlerinin birinde,
deli goncalar ekerdim hafızamın tarlasına
bir yüzüğün mıhlanması gibi
tekrar yansıtabilmek için o sulara kendimi.


Levent Sevi 17/18 Mayıs 2009 Hisarüstü.

9 Mart 2009 Pazartesi

İçine Uyandığım Rüya.



fotoğrafının çekilmesini istemeyen
günbatımına.


Ölmeden dünyayı görmek
ne kadar mümkünse,
dün gece seni gördüm
ve uzattım uzatabildiğimce.

Ne hayatta yapacaklarım
ne tüm bildiklerim
hiçbiri benzemezken birbirine,
tek istediğimdi bilmek

senden ne kadar uzaklaşmış olduğumu.
Oysa her dem yeşil bir kartopu
içine uyandığım rüya,
ben fark etmeden açan çiçeklerini.

Yeni bir hayata başlayacağım
o hayat devam ediyor hala,
gitmiyor gözlerimin önünden
bir türlü aklıma gelmeyen o sahne.

Fakat olduğu yerde el sallayan yolcu,
devam ediyor el sallamaya,
duyarak her sabah tekrar kalkmanın korkusunu
ve görmezden gelerek tüm bildiklerini

bir kış gecesi aynı yerde buluyor kendini.
Ve o zaman tekrar görüyorum
sen de gülümseyerek hatırlıyorsun belki
varolmayan zamanda bulunduğumuz yerleri.


Levent Sevi 5 Mart 2009 Hisarüstü.

12 Şubat 2009 Perşembe

Beyaz Taşlar.


Dedemin yavaş yavaş
ve sancılarla doğduğu şehirden
hızla geçiyorum, bir insan hayatı gibi
kaybolup belirirken tren camında ağaçlar.

Hiç göremediğim dedemi
sessizce dinlerdim anneannemden.
Dondurma ile mısırı art arda yiyemediğimiz günlerde,
Emek Kafe’de otururken eskiden beraber gittikleri.

Ben büyüdükçe taşlar oynadı yerinden,
anılar belirsizleşti, ne zaman
büyüdüğü fark edilmeyen
bir adam aldı o çocuğun yerini.

Oysa doğumumu görmek için, hasta yatağından
kalkan dedem dimdik ayakta.
Çocukluğum için savaşan
bir kurşun asker gibi.
.
Hem mısırın hem dondurmanın yendiği ülkedeyim.
İki tren rayı arasında duran beyaz taşların
daima geriye bakan bir çocuğa gülümsediği.

Ardında bıraksa da onu sürekli,
bir ağacın gölgesinde beliren
bir insan hayatı gibi.



Sonbahar 2008 İskeçe/11 Şubat 2009 İstanbul

10 Şubat 2009 Salı

Elektrik Gözyaşları.



Burnumu uzatıyorum, gökyüzüyle
aramda duran pencerenin soğukluğuna.
Ve binaların, ve betonun,
ve demirin, ve duvarların.

Ve içlerinde yaşayan insanların,
elektrik gözyaşları görünüyor
perdelerin hemen arkasında,
bulundukları her odaya şeklini veren.

Uzaklarda, ardında bıraktığı kadını düşleyen
ve karşıdaki evin karanlık odasına
bakan adam, kendi yansımasını görüyor
arkasını dönmüş kendi baktığı karanlığa.

Ve daha da uzaklarda, geceleri uyuyamadığı
karanlık odasında uyumaya çalışan kadın,
yatağından kalkıp ışığı açıyor
ve belki de ilk defa bakıyor odasına
kendinden başka her şeyi görebildiği.

Ve onu düşünürkenki halimi düşleyen beni,
elektrik gözyaşları içinde
sonsuz bir yolculuğa uğurluyor,
camsız, betonsuz, demirsiz, ve duvarsız
ve bir daha hiç görüşmemek üzere.


9 Şubat 2009 Hisarüstü.

9 Şubat 2009 Pazartesi

Ya da Ay.


Güneş doğuyor, gece bitmeden
ve uyumadan karşılamayı
sevmediğin, ilk ışıkları giriyor
odanın içine günün.

Boş bir evi temizler gibi,
düşünceleriyle savaşan görüntünün.
Gölgelerinin uzaklığıyla,
uzunluğuyla günlerinin.

Gerçek savaş oysa
güneşle ay arasında yaşanır.
Isınmayı beklerken,
kaybolunan karanlıkta.

Seni ve tüm evreni unutuyorum:
Kapatıp gözlerimi bir an, anılardan
pastel bir güneş çiziyorum gözlerine.
Etrafında ışıklar olmadan, ışıksız.

Seni ve tüm evreni unutuyorum bir an için.
Bir bardağa su koyduktan sonra
bardağı da, içini dolduran suyu da
unutur gibi mutfakta.


2/7 Şubat 2009 Hisarüstü.

5 Şubat 2009 Perşembe

Yeni Ev.


Yedi ev değiştirmişim
son dört senede.
Ne hüzünlenerek, ne heyecanlanarak fark ettim:
Bir evden çıkarken yaşadığım hüzünle
bir eve çıkarkenki heyecanım
azalıyor gitgide.

Kapılarını benimsiyorum, duvarlarını.
Daha sonraları, benim duvarlarım olacak duvarları.
Pencerelerini açıp kapıyorum,
perdelerle örtüyorum üstünü,
güneş ışığı üzerimizdeki tozu yansıtmasın diye.

Düşlüyorum yatağıma uzandığım ilk gece
Şişli’deki o ilk evi.
Daha sonraları yaşayacağım evleri.
Ve şu anda gördüğüm rüyadan
kilometrelerce uzakta bulacağım
son düşü göreceğim evi.

Uykuyla uyanıklık arasında
tatlı tatlı gezinirken, annem arıyor,
içine doğmuş sanki:
“Memnun musun oğlum yeni evinden?”
Duyması gerekenleri duyuruyorum:
“Çok memnunum anne, ev çok güzel.”

Çok şey borçluyum ona, en çok da
o evle ve benle uğraşırken
ben, evin ve çocukluğumun tadını
çıkarabildiğim için.

Fakat annem yanımda olmayacak
son göreceğim rüyada,
artık düşleyecek başka bir ev de olmayacak.
Ve ben top oynadığım koridorun içinden
şehrin sokaklarından geçen başıboş bir at misali
geçip, usulca annemin yanına uzanacağım.
Perdelerin arasından süzülen sokak lambasının ışıkları
kirli ve yaşlı bedenimi temizlemeye başlarken.

29 Ocak 2009 Gül Sok. 41/1 Hisarüstü.