9 Şubat 2009 Pazartesi

Ya da Ay.


Güneş doğuyor, gece bitmeden
ve uyumadan karşılamayı
sevmediğin, ilk ışıkları giriyor
odanın içine günün.

Boş bir evi temizler gibi,
düşünceleriyle savaşan görüntünün.
Gölgelerinin uzaklığıyla,
uzunluğuyla günlerinin.

Gerçek savaş oysa
güneşle ay arasında yaşanır.
Isınmayı beklerken,
kaybolunan karanlıkta.

Seni ve tüm evreni unutuyorum:
Kapatıp gözlerimi bir an, anılardan
pastel bir güneş çiziyorum gözlerine.
Etrafında ışıklar olmadan, ışıksız.

Seni ve tüm evreni unutuyorum bir an için.
Bir bardağa su koyduktan sonra
bardağı da, içini dolduran suyu da
unutur gibi mutfakta.


2/7 Şubat 2009 Hisarüstü.

5 Şubat 2009 Perşembe

Yeni Ev.


Yedi ev değiştirmişim
son dört senede.
Ne hüzünlenerek, ne heyecanlanarak fark ettim:
Bir evden çıkarken yaşadığım hüzünle
bir eve çıkarkenki heyecanım
azalıyor gitgide.

Kapılarını benimsiyorum, duvarlarını.
Daha sonraları, benim duvarlarım olacak duvarları.
Pencerelerini açıp kapıyorum,
perdelerle örtüyorum üstünü,
güneş ışığı üzerimizdeki tozu yansıtmasın diye.

Düşlüyorum yatağıma uzandığım ilk gece
Şişli’deki o ilk evi.
Daha sonraları yaşayacağım evleri.
Ve şu anda gördüğüm rüyadan
kilometrelerce uzakta bulacağım
son düşü göreceğim evi.

Uykuyla uyanıklık arasında
tatlı tatlı gezinirken, annem arıyor,
içine doğmuş sanki:
“Memnun musun oğlum yeni evinden?”
Duyması gerekenleri duyuruyorum:
“Çok memnunum anne, ev çok güzel.”

Çok şey borçluyum ona, en çok da
o evle ve benle uğraşırken
ben, evin ve çocukluğumun tadını
çıkarabildiğim için.

Fakat annem yanımda olmayacak
son göreceğim rüyada,
artık düşleyecek başka bir ev de olmayacak.
Ve ben top oynadığım koridorun içinden
şehrin sokaklarından geçen başıboş bir at misali
geçip, usulca annemin yanına uzanacağım.
Perdelerin arasından süzülen sokak lambasının ışıkları
kirli ve yaşlı bedenimi temizlemeye başlarken.

29 Ocak 2009 Gül Sok. 41/1 Hisarüstü.

15 Nisan 2008 Salı

Yakın Mevsim.


Bir kış günü, şöyle yazmışım:
uyuyakalana kadar uyuyamıyor
uyuyakaldığımı unutana dek uyanamıyorum.

Ve en sevdiğim şairin sözleri:
"ve hayatım bomboş, tüm yaprakları koparılmış
bir çiçek gibi. seviyor, sevmiyor, seviyor."
Kurşun kalemle çizmişim altını.

Anlar da bir süre sonra silinir,
başka anlar alır yerini.
Uzak bir mevsim gibi, pikeyle yattığını yazın
unutmak gibi yorganın altında.

Yakın bir mevsimdeyim şimdi,
çimlerine uzandığım.
Anıların uzağında,
anılar benim düşmanım.

Işıkları söndürdükten sonraki
yürüyüşüm, bir idam mahkumunun
elektrikli sandalyeye giderkenki
yürüyüşü gibi değil, koridordan yatağa gidilen yolda.

Yeni mevsimimin çimlerinde
rahat bir koltuk beni karşılayan;
koşup yorulduktan sonra uyuyakalıp,
uyuyakaldığım anı hatırladığım.

Levent Sevi 14 Nisan 2008 Hisarüstü.

6 Mart 2008 Perşembe

Annemin Yüzü.



Sende annenin yüzünü görüyorum demişti,
annemin eski bir arkadaşı.
Aynı burun, aynı ağız, aynı saçlar;
bakışların, hareketlerin bile aynı.
Yürüyüşün, duruşun, rahatlığın;
davranışlar, konuşmalar.
Özellikle gözleri,
gözleri tıpkı annesi.

"Özlemlerim yok, çünkü ben sürekli özlüyor
ve bir özlem durumunda yaşıyorum.
Bu yüzden özlemlerim kalmadı."
demişti, doğumumdan on üç gün önce
ölen Tezer, annem ve babam
beklerlerken heyecanla beni.

Şimdi bilmiyorum gözlerim, kimin gözlerine
daha çok benziyor, bir kedi gibi
bakarken her gün beni sevenlere
bir çerçevenin içinden.

Tezer bana bakarken,
ben de anneme bakıyorum şimdi
ve bir fotoğraftan ikimize bakan annem
sevincinden ağlıyor hatırlayıp geçmişi.

Heyecanla beklediklerimi.


Levent Sevi 6/12 Mart 2008 Levent.

17 Şubat 2008 Pazar

Tutmayan Kar.


3 Mart 1987.
birinci yaşgünümü
kutlama hazırlıkları yapılırken,
birden kar yağmaya başlamış;
ve on beş gün boyunca, çıkamamış
kimsecikler evlerinden.
yazık olmuş, annemin dediğine göre,
onca hazırlığa ve zahmete.
bilebilseydik daha önceden...
demiştim ki babana halbuki, Co, bu kar tutmaz.

3 Aralık 2005.
bugün, herkes sıkı giyinsin deniliyor
hava durumunu sunan radyolarda.
bu işin şakası olmaz.
bugün yılın ilk karı yağacak,
geleceği merak eden insanların
hazırlık yapmasını sağlayacak.
yok ama, bence bu kar tutmaz.

inanmamama rağmen,
ne vakitlere ne de fallara;
bakmadan önce, elçiye zeval olmaz,
ve eskisinden bile mutlu olacaksın
üç vakte kadar
dedi Ayşe, baktıktan sonra kahve falıma.
Dışarıdaki kar,
tanelerini yapıştırırken odanın ince camına,
ama kartopu oynayacak kimse yoksa dışarıda,
hayır, hayır, bu kar tutmaz.


Levent Sevi Kasım/Aralık 2005 Hisarüstü/Beşiktaş

5 Ocak 2008 Cumartesi

Soğuk Soğuk Soğuk.


karlı pazar günlerinin o meşhur oyunu:
sıcak mı, soğuk mu.
bütün evi koştura koştura dolaşıp,
sıcak sıcak sıcak;
ve soğuk soğuk soğuk seslerinin arasında,
en sonunda, ne pahasına olursa olsun bulduğum
o saklanan gazeteyi, bir şeylerin arasında.
karlı pazar günlerinin o meşhur oyunu.

kar yağıyor dışarıda,
gazetenin pazar eklerini okurken ben,
neleri örttüğünü, neleri
gizleyebileceğini düşünüyorum karın.
gazetemi bırakıp dışarı çıkarken,
bilmiyorum ne olduğunu aradığımın
ama nasıl da hissediyorum
nasıl da soğuk hava.

bulamıyorum yeni hayatı
hiçbir şeyin altında.


Levent Sevi 25 Aralık 2005 Beşiktaş/5 Ocak 2008 Şişli.

12 Kasım 2007 Pazartesi

Tüm Gördüğümüz veya Göründüğümüz...


Doluyor yavaş yavaş ay
ışığıyla Haydarpaşa’nın ve güneşin,
elimde sigara ve çay; oturuyorum vapurda
bugün huzura erecekmiş gibi krallığı,
çemberinden geçemediğimiz feleğin.

Fakat rüya içinde bir rüya sanki
karşımda ağlayan adamın yüzündeki hüzün.
Göz pınarları kurumadan,
ve süzülmeden gözyaşları.

Eski halini karşısında gören her insan gibi,
eski beni anımsadım bir an:
Haline üzülenleri teselli ederken
teselli bulan haline üzülmelerinden.

Kardeşinle paylaşır gibi dondurmanın külahını
o günler geçti, o günler gelecek,
çevremizdeki yaşamlar boyunca
kovalayacak bizi iyi hissetmenin günahı.


Levent Sevi 29 Eylül/11Kasım 2007 Şişli.

10 Kasım 2007 Cumartesi

Vedatiko.


Ve sen uzatırken o esmer, o narin
ellerini, ellemek isteğiyle burnumu;
daha üç yaşımdaydım, nasıl olur da hatırlarım,
altının, seni yatırdığım yatağın, hayallerimin
tek saklandığı yer olduğunu.

Levent Sevi 1 Aralık 2005 Hisarüstü

16 Ekim 2007 Salı

Buğu.


Beklediğim otobüsün içindeyim,
bakıyorum penceresinden

gün be gün benimsediğim,
otobüs hızlandıkça
bir çizgi diziye dönüşen
kaldırımlara.

Bir ağacın yapraklarından
süzülüp yere düşen
yağmur damlalarını, hiçbir zaman
tutmayı beceremedim;

saatlerce, sadece yağmurun yağdığı
kış akşamlarından arda kalan
boş ve ıslak kaldırımlardan
bir cambaz gibi geçerken.

Güneşin batışını fark ettirmeyen
mevsim, unutabilmemi sağlıyor
nereden geldiğimi,
Bat-yam’ın sıcak güneşini.

Yağmuru özlediğimi anımsıyorum,
klimalı bir otobüste, sahte bir insan gibi
okula varmayı ve yine aynı otobüste
eve dönmeyi bekleyen bir adamken.

Şimdi bu soğuk ve ter kokan otobüste
eski günlerimi unuturken,
şu anı, o sıcak ülkede
düşlediğim zamanları

pencerenin camına düşüyor bir damla
buğudan gözükmüyor dışarısı,
dokunamıyorum yine,
ama biliyorum orada olduklarını.


Levent Sevi 15 Ekim 2007 Şişli.

13 Ekim 2007 Cumartesi

Cennet Bahçesi.



"Hüzünlü kahveler"in birinde, boğazın
yosunu koklayan ve cenneti andıran, içten içe
bir buhran, şu anın kapıldığı, umut
gemisini herkesten önce terkeden kaptan;
unut, bakmıyor bile arkasından
denize benimle beraber düşen yılanın.

Oysa ben sarılmak istiyorum hayata,
tüm benliğimle ve ne yaşanırsa yaşansın,
boğazımdaki elmanın
giderek acılaşan tadıyla.

Levent Sevi 21 Ocak 2007 Gümüşsuyu.

Co III.


Çocukluğunu bileğine bağlamış
babam,
elindeki balonun
asla kaçmayacağına inanan bir çocuğun.

Başımın üstünde o balon
bir albatros gibi duruyor asılı.
Ne benimle artık
ne de benden uzaklaşıyor.

Kırmızı bir balon
bağlamak isterdim bileğine babamın.
Bebek parkında, ilk defa
gözlemlerken dünyayı

kaydıraktan kayan babamı
ben denizi izlerken
ve taş gibi sekerken üstünde yıllar
bir daha asla kaybetmemek için.


Levent Sevi 26 Nisan 2007 Gümüşsuyu.

6 Ekim 2007 Cumartesi

Bir Fotoğrafın Yıkanması.


Gözüm eski bir fotoğrafa takıldı yine, ellerim
karnında kardeşimin, tutuyorum tombul gövdesini
sanki içinde bir bebek varmış gibi, anne ortamızda
ve arkamızda sayılamayacak kadar çok
pembe ortanca çiçekleri.

Artık hayal meyal hatırladığım anılarım,
tam tersi olması gerekirken, daha da netleşiyor
büyüdükçe ben, siyah beyaz bir fotoğrafın, yıkanırken
yavaş yavaş belirmesi gibi suda.

Donanma Sokak beliriyor ilk önce, yorgancının
esmer oğlu Adem görünüyor köşeden, cuma akşamları
elimden tutup, beni sinagoga götüren. Bilyelerini kepiyor
Rıfat’ın, ve dolduruyor zevkle bel çantasını.

Dokuz aylık oynuyor her zamanki gibi Nirler,
balkonda anneannesi, tetikte bekliyor her an
torununun başına bir şey gelebilirmiş gibi.
Babaannemle laflıyorlar bir yandan.

Bisiklete binmeyi öğreniyor bir çocuk, üç tekerlekli
bisikletiyle, seksek oynuyor isimlerini bilmediğim
ama beraber, artık nasılsa, istop oynadığımız üç kız.
Faytondan inen babama doğru koşuyor kardeşim.

Babam ilk fotoğrafını çekiyor yeni aldığı makinesiyle,
arkamızda pembe ortanca çiçekleri.
Rengarenk bir fotoğraf elimde, hava gibi kararıyor,
anılara dönüşüyor yine her şey.

Levent Sevi 31 Ekim 2006 Beyoğlu

Şişmiş Gözler.




Küçük çocuklar ağlarlar ve keserler ağlamayı,
bir süre sonra. Büyüklerin büyüme dedikleri
bu eylem aslında, çocukların vazgeçişleridir;
anlamaları sonucunda, bu dünyada istedikleri
her şeyi elde edemeyeceklerini.

Arap veya İsrail’li bir adam,
Tel Aviv, Allenby caddesinde
elinde pankart , bir damla gözyaşı gözlerinde.
Şiş gözleri, daha vazgeçmedik diyor sanki.
Güçlükle okuyabiliyorum ne yazdığını pankartın üstünde:
Barış Şimdi!?

16-17 Mart/19 Nisan 2005

Yastık Kokusu.


Küçükken annem ve babam olmadıklarında evde,
yatardım yataklarına ve içime çekerdim yastığa sinmiş kokularını.
Onlar ne kadar uzak olsalar da,
varlıklarını hissettirirdi bana, o koku geride bıraktıkları.

O tanıdık koku geldi burnuma yine, yatağıma yatarken bu gece.
Annemle babamın kokularının karışımının o hoş aroması.
Korkutmuştur beni hep tarihler; yarınlar ve dünler, ama bilmiyorum neden,
kaç aydır yüzüne bakmadığım takvime, gözüm ilişti birden.
26 Haziran 2005: tam bir yıl olmuş evden ayrılalı.

Onların varlığını daha net anımsatıyor bana,
yüzlerini unutmamak için
her gün fotoğraflarına baktığım insanların kokuları.
Seneye bugün, hala haftada bir telefon açıyor olacaklar bana,
yeni çektirdiğimiz resimleri gönderiyor olacağız birbirimize hala.
Anımsamaya çalışacağız; benim çocukluğumu
ve onların gençlik zamanlarını.

Tek yapmamız gereken oysa,
uzanmak için tekrar mutlu yıllarımıza,
uzanmak kendi yataklarımıza,
ve çekmek içimize, yastığa sinmiş kokuları.

Levent Sevi 26 Haziran 2005 Bebek

İskele Babası.



Babaların kızlarına, gece sokağa çıkmalarına
izin vermeyişlerinin tek nedeni,
anımsamalarıdır; neler yaptıklarını gençlik zamanlarında.

Kararırken hava, bırakıyoruz bu düşünceleri
güneşe, hızla batmakta olan, ve güneş alıp götürüyor
ötesine, bütün dertleri, sadece yarısını yaşayabildiğimiz bir yaşamın.

Beklerken, geceyi övemeden binmek zorunda olduğumuz vapuru,
ve yankılanırken martı sesleri Burgaz iskelesinde,
ve öpüşürken, gitmekte ötekiler kadar acele etmeyen son ışıklar eşliğinde
oturuyoruz huzur dolu, üzerinde ve ötesinde iskele babalarının.

Levent Sevi 9 0cak 2006 Ortaköy/Beşiktaş